11 Şubat 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Bela - Sally Green



Kitap Adı: Bela

Yazar: Sally Green

 Sayfa Sayısı: 391

 Yayın evi: Dex

 Notum: 5








Arka kapak yazısı:

Sen bir cadısın, yarı Ak, yarı Kara. Okuyamıyor, yazamıyorsun ama iyileşiyorsun hızla. Karanlık çökünce kapalı bir yerde kalırsan hasta oluyorsun. Annalise'e çok aşıksın ama Ak Cadılardan nefret ediyorsun. On dört yaşından beri bir kafesin içinde tutsaksın. Kaçmalı ve o korkunç, katil babanı bulmalısın. Bunu başarmalısın, on yedinci yaş gününden önce hem de. Çünkü sen yok edilmesi gereken bir Bela'sın.

                                                           ***

 Kitabın arka kapak yazısından da anlaşıldığı üzere ana karakterimiz Nathan bir Yarı Kod. Babası çok güçlü ve vahşi bir Kara Cadı annesi ise güçlü ve saygıdeğer bir Ak Cadı'ymış.

  Kitabın ilk sayfaları daha önce alışa gelmediğim bir dille anlatılmış. Şöylesin, böylesin, böyle yapıyorsun falan diye. İlk başta bir şey anlamasam da daha sonraları çok sever oldum. İlk sayfalar anlattığım gibi çok heyecanlıydı ama aynısı orta sayfalar için söylenemez. Gelişme kısmında Nathan'ın kafese nasıl hapsedildiği ve küçüklüğü anlatılıyor. Üstelik çoğu yardımcı karakteri de bu kısımda öğreniyorsunuz. Nathan'ın çok tuhaf bir kişiliği var. Okumaktan, kendisi olmaktan, zevk aldığım bir karakter. Ne çok iyi ne çok kötü. Üstelik yaşadığı onca şeye rağmen yine de savaşıyor, karşı geliyor. Bir de o ağabeyi Arran yok mu! Uzun zamandır bir kitapta böyle ağabey kardeş ilişkisi okumadığım için Bela bana bu yönden de çok cazip geldi.

  Kitap da sevdiğim - tüm kitaplarda en sevdiğim kısım budur - bir diğer konuda bize öğütler vermesi. Kimi zaman duygusal kimi zaman dövüşmekle ilgili olsun bu gibi öğütleri çok severim. Hele de " Püf noktası aldırmamak. Acıya aldırmamak. Hiç bir şeye aldırmamak." sözü artık benim hayat felsefem olmuş durumda.


  Şimdi de yan karakterlere gelelim. Dediğim gibi Arran kardeşlerden en sevdiğim karakterdi. Bir de Deborah var tabii. Ama o Jessica yok mu? Kitapların tipik üvey kardeşi.
  Bazı yorum sayfalarına baktım da Annalise'i seven pek kimse göremedim. Oysa kız bana pek de kötü gelmedi. Sonuçta ailesi haricinde kimsenin Nathan'ı sevmediği zamanlarda o hep onu övmüş ve ona destek olmuştu. Ama ne hikmetse bir türlü okurlara yaranamamış. Belki de Gabriel'e rakip olduğu içindir.
 Ah o Gabriel! Doğrusunu söylemek gerekirse onun ağzından anlatılan bölümler olmasını da isterdim. Çünkü gerçekten harika bir karakter. Kitabın başlarında Gabriel'i erkek olarak düşündüm, sonra dedim ki yok bu kesin kız. Daha sonra yeniden erkek olduğuna karar verince öğrendiğim bir gerçek sayesinde ' e o zaman bu da bi kızdır haliyle' diye tepki verdim. Sağ olsun Rose sayesinde Gabriel'in erkek olduğuna karar verdim. Evet, böyle de tuhaf olaylar yaşadık. Mesela ben kitabın başında Arran'ı da kız sanıyordum.

 İşin özü kitap bize iyi ve kötü diye bir şey olmadığını, ne olusa olsun güçlü olmamızı öğütlüyor. Size tavsiyem bu kitabı hemen alın. Dediğim gibi gelişme kısmında biraz sıkılabilir ve bazen Nathan'a yapılanlar yüzünden sinir krizleri geçirebilirsiniz. Ama kitap kaldığın yerden, günümüzden devam edince yine okumaktan zevk alacaksınız. Hatta sıradaki bölüme geçmek için sayfası bir çevireceksiniz karşınıza teşekkür çıkacak. Bu kitap böyle bitemez. Bu kadar heyecanlı bir yerde kitap mı bitirilir ya?

Kitabın bittiğini fark ettiğim de özetle ben:

                                                                                                                     Kitaplıktan Sevgilerle...